28 Ocak 2024 Pazar

ATATÜRK, ANNESİNİN MEZARI BAŞINDA

Atatürk annesi Zübeyde Hanımın mezarı başında.

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında şu konuşmayı yapmıştır:

"Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur. Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz Erkan-ı Harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.

2 Ocak 2024 Salı

BİR DEVRİN ANLATISI: ANTON ÇEHOV'UN "VANYA DAYI" OYUNUNUN ANALİZİ VE ÇÖZÜMLEMESİ

Vanya Dayı, Çehov’un kişiliğini ve Rusya’nın o dönemki toplumsal yapısı ve geçirdiği derin değişimleri gerçekçi biçimde ortaya koyan bir oyundur. Bu yüzden oyunun temsili açısından güçlü seyircilerin gerçek biçimde oyunu anlamlandırabilmeleri için temsillerde yeni tekniklerin devreye sokulmasında yarar vardır.

Kuşkusuz bu güçlü eseri kavrayabilmek için 19. yüzyıl başından itibaren Rusya’nın edebi ve siyasal yaşamını da bilmek gerekmektedir. Özellikle halkın cehaleti, kilisenin baskısı, sefalet ve Çarların istibdadını anlatması açısından oyun güçlü simgelerle doludur. 

KÖYLÜLERİ NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ?


"Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır

Değişen bir dünyaya karşı

Kerpiç duvarlar gibi katı"


Birkaç gün önce bir sosyal medya paylaşımında rastladım bu şiire... Aslında şiire gönderme yapılıyordu sadece. Son günlerde de şiirle hayli içli dışlı olunca ve tabi ki Şükrü Erbaş ismini görünce açıp baktım. Yukarıya aldığım ilk dörtlük dahi şiiri okutmaya yetiyor, değil mi? 

Köylülük ancak bu kadar yalın ve dolaysız anlatılabilir gerçekten. Ki satırları okurken onları (köylüleri) bu kadar içeriden tanıyan birinin gözlemleri ancak bu kadar olur diye düşündüm. 

24 Ekim 2023 Salı

BOZKIRIN ORTASINDA

Anadolu'da gezip gördüğüm pek çok yerde bir dizi zanaat ve sanat ürününe rastladım. Bugün ne kadar olumsuz çağrışımları olsa da Sivas'ın bu alanda çok özel bir yeri var kuşkusuz. Halk edebiyatı geleneğinin hala kanlı canlı biçimde yaşadığı, bütün gerici ve yozlaştırıcı girişimlere rağmen yüz yıllardan günümüze süzülüp gelen o damar asla kopmadı. Zor koşullarda da olsa varlığını şu ya da bu şekilde sürdürdü. 

Bu bahsettiğimiz kültürel birikimin izlerini kimi zaman en ücra dağ köylerinde bile görmek mümkün. 20-22 Ekim 2023 tarihlerinde Sivas'ın Yıldızeli ilçesine bağlı Davulalan Köyü'nü ziyaret ettim. Yıllardır gitmeye defalarca yeltendiğim halde maalesef bugüne kadar gidememiştim Sivas'a... Geç kalmış bu ziyareti gerçekleştirince daha bir hayıflandım doğrusu. Doğasından insanına kadar görülmeye değer sevimli bir köy bu Davulalan.

Köye girerken bile hemen sol tarafında bulunan dağların eteklerinde bulunan "OKU" yazısı dikkat çekiyor. 

4 Ekim 2023 Çarşamba

ACILAR ER GEÇ KÜLLENİR!

"Eylül toparlandı gitti işte /Ekim filan da gider bu gidişle" diye noktalanıyor şiir...

"Acıyor" şiirinin müellifi Turgut Uyar, sözcüklerin gücünü katlarcasına "Tarihe gömülen koca koca atlar /Tarihe gömülür o kadar" diyerek koca bir destanı çıkarıp önümüze seriyor: Doğanın ve var oluşun zorunluluklarını...

Aslında bu şiir ne zamandır parça parça aklımda. Son kısmı geçen gün bir sohbette düştü aklıma. Sonbahar geldi çattı ya... Ankara'nın en kasvetli zamanları ya. Aslında bu açıdan bakınca bir umut da var sanki şiirin içinde... Yoksa ben mi öyle avutuyorum kendimi. Yani o kadar kırıklık içinde her şeyin geçeceğine dair derin ve belli belirsiz bir umut, değişimin kaçınılmazlığı...

Eylül bir mevsim simgesidir pek çok kez. İnsanların ona yükledikleri tüm anlamların ötesinde bir şey değildir aslında Eylül. Ne hüzün ne ayrılık ne yalnızlık... Eylül, eylüldür sadece. Eylül, ne hüznü bilir ne farkındadır yarattığı tüm çağrışımların! "Tarihe gömülen koca atlar / Tarihe gömülür o kadar". 

Eylül, eylüldür o kadar... 


"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun

sevgim acıyor"

4 Temmuz 2023 Salı

YENİ DÖNEMDE ALMAN SİYASETİNİN DİNAMİKLERİ: OLAF SCHOLZ VE SOSYAL DEMOKRAT SİYASET

Olaf Scholz çok zor zeminde siyaset yapan bir Sosyal Demokrat Başbakan (Şansölye) olarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Bilindiği gibi Almanya'da merkez sağ kanadı temsil eden “Hıristiyan Demokratlar” çok uzun yıllardır iktidardaydı. 2005'ten beri de Merkel başbakandı ve Sosyal Demokratlar (SPD) da birçok koalisyonda ikinci ortak olarak Merkel ile yönetime katıldılar. Scholz uzun yıllar sonra başbakanlık koltuğunu Merkel'den almayı başaran bir sosyal demokrat oldu. Bu anlamda kuşkusuz Scholz, hem uzun yıllara yayılan bir hegemonyayı kırması hem de seslendiği kesimlerin ve genel olarak Alman toplumunun beklentileri bağlamında kendisinden büyük şeyler beklenen bir siyasetçi. Bu durumun kendisine büyük bir sorumluluk yüklediği ve işinin hayli zor olduğu tartışmasızdır.

19 Haziran 2023 Pazartesi

TEVFİK FİKRETİN HAYATI VE ŞİİRLERİNİN TAHLİLİ

Her çağ kendi sanatçılarını ve edebiyatçılarını yaratır. Bu sanatçıların sanat anlayışları tek boyutlu veya tek yanlı değildir. Sınıflı toplumlarda her sınıf kendi yaşam koşullarının bir zorunluluğu olarak üretim faaliyetleri içinde olur. Melih Cevdet’in Antik Yunan’da felsefenin nasıl geliştiğini özetlediği aşağıdaki şiiri bu konuda yeterince aydınlatıcıdır.

"Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.”


Elbette toplumların yaşam koşulları tek biçim yapıtlar ortaya çıkarmaz “İnsanların ne oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleriyle olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de ilişkilidir.” Bir toplumda aynı koşullar, farklı seslere, farklı imge ve çağrışımlara yol verebilir.

SAİT FAİK YALNIZLIĞI: HARİTADA BİR NOKTA

 “Haritada ada görmeye­yim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.”

"Haritada Bir Nokta" bir kaçış öyküsüdür. Başarısız olan, sonunda insanı hayal kırıklığıyla tanıştıran bir kaçışın öyküsü. Öyküde, olaydan, kişilerden çok bu kaçışın kendisi vardır çünkü. Yazar, kendini kötülüklerden, çıkar kaygılarından, insanların o gülen yüzünün birden değişip asıl yaratılışın iğrenç çizgilerinin büyük bir çabuklukla söz konusu gülümse­menin yerine geçmesinden kaçıp, tüm olumsuzluklardan yalıtıldığını düşündüğü bir yere. Bir adaya sığınır. Bu arzu, bu niyet öykünün daha ilk satırlarında belli eder kendini: "Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahil kayar...” Mavi, sakin bir renktir, sükûnetin rengidir biraz da. Ama özgürlüğe açılan bir penceresi de vardır mavinin. Kimi kaçış şiirlerinde de gökyüzüyle denizler yani mavi rengi olan iki öğe, kaçışın işaretidir. Bu öykü için de durum aynı. Bir şeylerden kurtulmak isteyen yazar, ilk sığınak olarak haritadaki maviyi, mavi sahilleri görüyor.

BENİM MESKENİM DAĞLARDIR

Başım dağ saçlarım kardır / Deli rüzgarlarım vardır / Ovalar bana çok dardır / Benim meskenim dağlardır dağlar… diye akan dizeleriyle moderniteye karşı tutumunun da ipuçlarını sunan Sabahattin Ali, şairliği ve öykücülüğü ile öne çıkar Türk edebiyatında. Onun eserlerinde sık sık bu “kaçış” temasıyla yüz yüze geliriz. Yukarıdaki şiirinde somutlanan bu bakış açısı özellikle “Kuyucaklı Yusuf”ta da belirgin bir hoşnutsuzlukla beraber işlenir. Bu yazımızda onun eserlerinin derin bir çözümlemesene girmek yerine yaşamını ve özellikle yaşamındaki kimi mihenk taşlarını aktaracağız. İlerleyen zamanlarda da onun bazı öykü ve şiirleri hakkında da daha ayrıntılı çözümlemelere girişeceğiz.

12 Haziran 2023 Pazartesi

12 HAZİRAN DÜNYA ÇOCUK İŞÇİLİĞİYLE MÜCADELE GÜNÜ

Çocuk ve işçilik kavramlarının yan yana gelmesi dahi günümüzde yaşadığımız vahşi kapitalizm koşullarının sadece bir özeti gibi... 

Kuralsız, esnek, örgütsüz, çalışma biçimleri, daha fazla kar hırsıyla ortaya çıkan eşitsizlikler ve haksızlıklar arasında çocukların karşı karşıya kaldıkları sömürü en katlanılamaz ve tahammül edilemez olanı. Oyun oynama çağındaki çocukların, ağır çalışma koşulları altında çalışmaları, emek sömürüsünün en vahşi biçimine maruz bırakılmaları kapitalizmin dünyayı nasıl yaşanmaz bir cehenneme çevirdiğini göstermiyor mu? Çocuk emeği kullanımının doğrudan yasaklanması ve buna ilişkin sonuç alıcı düzenlemeler getirilmesi, bunlarla mücadelenin etkin yürütülmesi bugün de yakıcı bir sorumluluk olarak devrimcilerin, demokratların ve sosyalistlerin önünde durmaktadır. 

İLHAMI KAVGA OLAN ŞAİR

Adnan Yücel’in 1970′li yılların sonlarında başladığı yazma serüveni, diğer dergi ve gazetelerde çıkan ürünleri dışında somut olarak ilk şiir kitabının yayınlanmasıyla başlar (1979). Yücel’in şiiri özellikle ‘80 öncesinde gelişen devrimci sınıf hareketinden bağımsız düşünülemez. Zaten ilk şiir kitabı bu dönemi yansıtan bir isimle yayınlanır: Kavgalara Sözlenen Sevda.. 
Çok geçmeden 1980 faşist darbesi gerçekleşir. Bu süreç ilerici her kesimi vuran “koyu bir eylül sarısı” olarak dile gelecektir daha sonraki şiirlerinde. Öyle ki Adnan Yücel, 12 Eylül döneminde olsun, 90’ların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan liberal tasfiyecilik süreci olsun; aydınların, sanatçıların ve şairlerin günün havasına “uyum sağladıkları”, sistemin ve düzenin suyuna gittikleri yerde gerçekten başı dik üretimini sürdürmüştür.

BİR YOLCUYUM GÜNEŞİN İZİNDE

Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…


ADNAN YÜCEL'İN ŞİİRİ

Adnan Yücel’i anlatmak; alnı daima dik şiirlerin şairini… Onu sayfalara düşen sözcüklerle değil, şiirinden yansıyan gelecek izdüşümleriyle anlatmak istiyorum. Bu şiir ki yaşamı bütün görünümleriyle algılarken, onun özüne de doğrultur gözlerini. Ama sadece bir ayna değildir Adnan Yücel’in şiiri. O şiir ki geleceği ve arzu edileni de nakışlar dizelerine. Upuzun bir “offf!” sesidir yankılanan şiirlerinde; ama bu iç çekiş kendi dünyasına kapanan, gözleri görmeyen, elleri tutmayan kötürümce bir iç çekiş değildir. Ona şiirlerindeki bu “iç çekiş”in nedeni sorulduğunda yalın bir anlatımla özetler nedenini: “Bin yıldan beri düşüncesi yasaklanmış bir toplumun sesi nasıl çıkar? Sesi, kan içinde çıkmıştır hep. Toprakları acılı topraklara dönüşmüştür. O topraklarda açan çiçekler bile acı renginde olmuştur hep. İç çekişim ve başkaldırışım bu yüzden. ”Toplumun sesi olmaya, onu geleceğin ebem kuşağı renklerine davet etmeye aday bir şiir… Bunu ne kadar başardığına girmeyeceğiz. Ama şiirlerindeki anlam evrenine yapacağımız dalışlarla bu nabız atışlarını nasıl tuttuğunu aktarmaya çalışacağız.

ŞİİR NE ANLATIR? NASIL ANLATIR?

Şiirin Toplumsal Gelişimi

Taşır insanların hem aşkını, hem acısını / Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek / İnsan gibi yaşamaktır bugün gerçek din / İnsan gibi yaşamak 

(Tevfik Fikret, Tarih-i Kadim)                   

Sanatın en eski kaynaklarından ve ürünlerinden biridir şiir. İlkel çağlardan bu yana yaşamla iç içe olmuş, kimi zaman yaşamı yansıtırken kimi zamanda onu zenginleştiren ve açıklayan bir öğe olmuştur. 

9 Ocak 2023 Pazartesi

BOŞLUK

İçimde derin bir boşluk var...

Kaybettiklerimi düşünüyorum...

Yıllardır sahip olduğum ya da sahip olmaya çalıştığım hiçbir şey içimdeki boşluğu kapatmadı. Mutlu olduğumu, sorunları aştığımı sanıyordum; ama aslında sadece bastırıyordum.

Sonra bir şarkı bir şiirde her şey yüzüme çarpıyor... Her şey...

Neden insanlar bu kadar mutsuz olmaya koşullu?

Duyuyorum bir şarkıyı, bazen bir dizeyi… İçimde kapanmayan boşluğu duyumsuyorum.

Ne kadar yalnız olduğumu, ne kadar anlamsız yaşadığımı... Yaşamak istediğim bu değil... Her gün biraz daha emin oluyorum. Başka bir şey, başka bir yer...


29 Kasım 2022 Salı

MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU

Köklü bir sahne geleneğine sahip olan Osmanlı aydınlarının bilhassa Batılı tiyatro anlayışını kavraması ve yaygın bir şekilde hızla geliştirmeye başlamaları bu gelenekten kaynaklanmıştır diyebiliriz. Başka bir deyişle geleneksel tiyatronun da yardımıyla Batılı tiyatro anlayışı hem bu sanatın üreticileri hem de seyircisi tarafında kısa bir sürede kabul görmüş ve içselleştirilmiştir.

24 Kasım 2022 Perşembe

OSMANLI DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU: TAHSİN NAHİT ÖRNEĞİ

Türk edebiyatında özellikle Fecr-i Atî topluluğu ile anılan Tahsin Nahit, 1887 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Gülhane Askerî Rüştiyesi matematik öğretmenlerinden Yarbay Âsaf Bey'in oğlu olan Nahid’in annesi Kafkasyalı bir Çerkezdir.


Tahsin Nahit, eğitimini Soğuk Çeşme Askerî Rüştiyesi, Galatasaray Sultanîsi ve Hukuk Mektebi gibi okullarda sürdürmüştür. Ancak Galatasaray Sultanîsi ve Hukuk Mektebi’ni tamamlayamadan bu okullardan ayrılmıştır.

“Nahit, Galatasaray Spor kulübü kurucularından ve ilk futbol takımında oynayanlardan olup Galatasaray Sultanisi ve Hukuk Mektebinde eğitim görmüş ve daha sonra edebiyata yönelmiştir.”[1]

FECRİ ATİ TOPLULUĞU (1909 – 1912)

23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi Osmanlı kültür ve sanat yaşamında büyük değişimler yaratmıştır. Özellikle Abdülhamit dönemiyle özdeşleşen sansürün göreceli olarak ortadan kalkması ülke tarihinde görülmemiş bir basın ve sanat dalgası yaratır. Bu tarihten sonraki birkaç yıl içinde çoğu kısa ömürlü olsa da yayın hayatında görülen dergi ve gazetelerin sayısı 200’ü aşmıştır.

“Anarşi derecesine varan bir yazı hürriyeti edebî eserlerde de kendini gösterir. Önemli ortak vasıfları II. Abdülhamid’in şahsını, devrini, rejimini kötülemek ve ona hakaret etmek olan, çoğu asgarî sanat ve edebiyat zevkinden mahrum bir yığın şiir, tiyatro, roman ve hikâye bu dönemin edebî mahsullerini teşkil eder.”[1]

MONİKA ERTL: CHE GUEVARA'NIN İNTİKAMCISI

Monika Ertl'in Hikâyesi

Monika Ertl, tarihin belki de en ilginç ve dramatik figürlerinden biri. 1960'lı yılların devrimci rüzgarında adı çok duyulmuş olsa da zamanla tarihin tozlu sayfaları arasında kaldı. Böyle cüretkar bir devrimciyi anmak bu anlamda benim için bir borç aynı zamanda...

7 Şubat 1937’de Almanya'nın Münih kentinde doğan Ertl, II. Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası'ndan kaçan babası Hans Ertl ile birlikte Bolivya'ya göç etti. Hans Ertl, ünlü Nazi yönetmeni Leni Riefenstahl ile çalışmış bir kameramandı ve Nazi Almanyası’na hizmet eden kişilerden biriydi. Ertl ailesinin yakın dostları arasında, "Lyon Kasabı" olarak tanınan Gestapo subayı Klaus Barbie gibi Nazi savaş suçluları da yer alıyordu.

23 Kasım 2022 Çarşamba

TÜRKİYE'DE ŞİDDETİN KAYNAKLARI

Ülkemizde şiddet vakalarında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Kadın cinayetleri başta olmak üzere, çocuklara yönelik türlü şiddet vakalarına, muhalefete dönük sindirme ve bastırma vakaları da eklendiğinde şiddet vakalarındaki artışın doğrudan siyasal erkin bu konuda gösterdiği iradeden bağımsız düşünülemeyeceği değerlendirilmektedir.

Özellikle toplumsal eylem ve protestolara dönük ölçüsüz devlet şiddetinin boyutları giderek artıyor. Bunun en önemli gerekçelerinden biri ise “cezasızlık halinin” ve şiddet uygulayanlara dönük yaptırımların yetersizliği olarak görülmeli.

EKONOMİDE DEĞERLİ YALNIZLIK: AKP'NİN BORÇ SARMALI VE EKONOMİDEKİ KARA DELİKLER

AKP’nin iktidara geldiği yıllar dünya ölçeğinde yüksek miktarda likidite olan yıllardır. AB ve ABD merkez bankalarının izlediği düşük ya da sabit faiz politikaları nazara alındığında sıcak paranın gelişmekte olan ülkelere doğru kayması, söz konusu ülkelere önemli bir likidite imkanı sunmuştur. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2012 yılına kadarki süreçte belli makroekonomik göstergedeki olumlu havanın bu konjonktürden okunması yerinde olacaktır. Hülasa enflasyonda dalgalı da olsa yaşanan düşme eğilimi, faizde 2006-2008 dönemi hariç 2012 yılına kadar devam eden düşüş eğilimi ve bütçe dengesi gibi noktalarda olumlu bir havanın oluşmasında etkili olmuştur. Ancak büyüme noktasında olumlu bir hava öne çıkarıldığı halde işsizlik ve cari dengede kronikleşen başarısızlığın bu dönemde de sürdüğü görülmektedir.

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...