17 Mart 2025 Pazartesi

KANLI DÖNGÜ: SURİYE'DE REJİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ALEVİLERE YÖNELİK SOYKIRIM TEHLİKESİ

Suriye’de yıllardır süren iç savaş, yalnızca bir iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda mezhepsel ve etnik temizliğe varan vahşetlerin sahnesi olmuştur. 

Rejim değişikliği sonrası, Alevilere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, sistematik katliamlar ve soykırıma varan olaylar, insanlığın en karanlık yüzünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, dünya kamuoyu ve uluslararası örgütler, bu yaşanan trajediyi sadece izlemekle yetinmiş, hatta kimi zaman dolaylı olarak bu süreçlerin destekçisi olmuştur.

26 Şubat 2025 Çarşamba

YAPAY ZEKA VE SANAT

Uzun zamandır yapay zeka ile iştigal edenler tasarımdan kurguya kadar bu nimetin getirdiklerinden fazlasıyla yararlanıyorlar. 

Dünyada yönetsel erklerin şimdiden iştahlı bir biçimde bu alana önemli yatırımlar yapması da göz önünde bulundurulunca yakın gelecekte yapay zekayı kaçınılmaz olarak hayatımızın her alanına dahil edeceğiz. 

Şimdiden gündelik hayatımızın sadece bir parçası olan bu yapay zeka konusunda sanatın geleceğinin ne olacağı sorunsalı pek çok yaratıcı zihin açısından kafa karıştırıcı bir mesele olarak önümüzde duruyor. Kısa bir süre önce bir arkadaşım senaryo ve diyalog yazarken yapay zekanın işini kolaylaştırdığını söyleyince aklımda adeta bir şimşek çaktı.

11 Şubat 2025 Salı

KADER YORGUNU BİR ŞAİRİN SON SIĞINAĞI: “AŞİYAN MÜZESİ”


Yanında Batı’ya karşı Türklüğün sembolü olan Rumelihisarı, arkada Ahmet Vefik Paşa’nın arsası üzerine kurulan Robert Kolej, tam karşıda Göksu Deresi, Küçüksu Kasrı, ileride Anadoluhisarı , altta güngörmüş mezarlık, ötelerde Kandilli, Kanlıca sırtları... Tevfik Fikret’in ebedi dinlenme yeri Aşiyan böyle zengin bir tarih ve tabiat dekoru içinde karşılıyor misafirlerini.

Fikri hür vicdanı hür bir şaire de böyle bir yuva yakışırdı. Serveti Fünun şiirine giriş yapmak isteyenlerin evvela bu havayı ve manzarayı soluması gerekmektedir. Her türlü gerçekten hayale sığınma zannederiz ki ancak böyle rüya veya bir ressamın elinden çıkmış tablo gibi bir manzarada günü karşılamak ve uğurlamak ile mümkündür. Hele ki karşıdaki çirkin ve betonarme binaların olmadığı bir manzarayı düşlersek. Ancak o zaman Fikret’in sığınağı olan kuş yuvası yani Aşiyanı anlamak mümkün olabilir. Bu yazımızda Fikret’in düşünsel sığınağı ve son günlerini geçirdiği Aşiyan müzesinin tarihi dokusunda Fikret’in ve bir döneme damga vurmuş Serveti Fünun’un izlerini aktarmayı çalışacağız.

28 Haziran 2024 Cuma

SESSİZLİĞİ HAYKIRIŞI: KADINLARIN YENİDEN DOĞUŞU

Bir kalabalığın ortasında sessizlik çökerse, bir kız doğar derler. Sessizlik, bazen bir çağın ağırlığını taşır; bazen de bir kadının yüreğinde biriken fırtınaların habercisidir. Toplumumuzda sessizlik, çoğu zaman bir zayıflık, bir boyun eğiş sanılır. Oysa sessizliğin ardındaki uğultu, dinlemeyi bilenler için bir isyanın, bir direnişin yankısıdır. Hele ki susan bir kadınsa, söyleyecekleri dağları devirebilecek güçteyken susturulmuşsa, o sessizlik sağır edicidir. Kadın, konuşmasının yankı bulmayacağını, sözlerinin erkek egemen dünyanın duvarlarına çarpıp geri döneceğini bildiği için susar. Bu susturulmuşluk, feodal bağların, patriyarkal düzenin, babanın, ağabeyin, hatta küçük erkek kardeşin gölgesinde büyüyen bir zincirdir.

Kadınların sesi, tarih boyunca bastırılmıştır. Evde, sokakta, iş yerinde, siyasette, her alanda sessiz olmaları beklenmiştir. Makbul kadın, susan kadındır; gülmeyen, kahkaha atmayan, sesini yükseltmeyen kadındır. Kahkaha, adeta bir isyan çığlığıdır; siyasal iktidarların bile tehdit saydığı, toplumsal düzeni sarsan bir desibeldir. Kadınların fısıltıları bile bu düzen için bir tehlikedir, çünkü o fısıltılar birleştiğinde, erkek egemen senfoninin ritmini bozan bir aksaklık yaratır. Kadınların sesi, patriyarkanın dansını altüst eden bir melodidir.

15 Şubat 2024 Perşembe

ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN

Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünü bitirir. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Çukurova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışır. “Ter Şiirleri” başlıklı ilk şiirleri  “Yeni Adımlar” dergisinin 24.12.1974 tarihli sayısında çıkmıştır. İlk şiir kitabı “Kavgalara Sözlenen Sevda” 1979’da yayınlanır. 

“On yaşında büyürse insan
Alın terini yerse damla damla
Ve on beşinde
Çekerse elli beş yaşın çilesini
Böyle olur işte
İsyan bıçağı yapar
Saplar kahpeliklere sesini 

(Kavgalara Sözlenen Sevda)

14 Şubat 2024 Çarşamba

MENSUR ŞİİR NEDİR? MENSUR ŞİİR İLE KLASİK ŞİİRİN KARŞILAŞTIRILMASI

Mensur Şiir Nedir?

Mensur şiir, duygu ve hayal dünyasını etkileyen bir konuyu kısa, çarpıcı ve şairane bir üslupla, şiirsel ahenk ve cümle yapısını koruyarak, ancak ölçü ve kafiyeye bağlı kalmadan ifade eden edebi bir türdür. Bu tür, "artistik nesir" olarak da adlandırılır ve nesir formunda yazılmasına rağmen şiirsel bir etki yaratır. Türk edebiyatında mensur şiire “mensure” denir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkan bu tür, Türk edebiyatına Tanzimat dönemiyle birlikte Fransız edebiyatından yapılan çeviriler aracılığıyla girmiştir.

Türk edebiyatındaki ilk önemli mensur şiir temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Halit Ziya, bu türde iki önemli eser kaleme almıştır: Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler. Örneğin, Halit Ziya’nın Mensur Şiirler’den bir parçası şu şekildedir: “Gecenin kuytusunda bir yıldız fısıldadı bana, sessizce… Uzaklarda bir ışık, bir umut, bir hayal… Kalbim titredi, sanki sonsuzluğa dokunuyordu ellerim.” Bu parçada, dize yapısı olmamasına rağmen cümlelerin ritmik akışı ve duygusal yoğunluğu, şiirsel bir etki yaratır.

13 Şubat 2024 Salı

ALEXANDRA KOLLANTAİ: BİR SOSYALİST KADININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

1872’de devlet memuru bir subayın kızı olarak dünyaya geldi. İyi bir eğitim gördü. Birçok ülke gezdi ve bu sayede birçok yabancı dil öğrendi.

19. yüzyılın sonunda sosyalist düşünceyle tanıştı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde özellikle toplumsal sorunlar ve kadınların özgürleşmesi konularıyla ilgilendi.

Paris’teyken Lenin’le karşılaştı.

1914’te Almanya’da savaş karşıtı bir konuşma yüzünden tutuklandı. Zorlu çabalardan sonra 1917’de Rusya’yageçti. Ekim Devrimi’ne katıldı. Birçok işçi ve kadın toplantısında konuşmalar ve örgütlenme faaliyetleri yürüttü. Petrograd’ta dört bin çamaşırcı kadının gevinin örgütlenmesinde öncü rol oynadı.  Aynı dönemde Kerenski Hükümeti tarafından tutuklandı. Gorki ve Krassşn’in çabalarıyla, kefaletle serbest kaldı. Yasağa karşın “Kadın İşçiler Konferansı’nın Önündeki Görevler” adlı makalesini Pravda’da yayımladı.6 Kasım’ı 7 Kasım’a bağlayan ayaklanma gecesini Smolny’deki ayaklanma karargahında geçirdi.

Sovyetlerin İkinci Kongresinde Halk Komiserleri ilk meclisinde devletin sosyal yardımla görevli halk komiserliğine getirildi.

Çocuklara süt dağıtılmasından kreşler ve çocuk yuvaları açılmasına kadar bir dizi konuda mücadele etti. Analığın Korunması’na ilişkin yasayı kaleme aldı. Evlilik Yasası’na ilişkin ilk tasarı ondan geldi.

ÖLÜM, YAŞAM, VAROLUŞ

Bugün hep "varoluş" üzerine düşündüm. İnsanın varlığını sürdürmesi, sürdürme biçimi, bundan vazgeçemeyişi... 

Nazım bir şiirinde: “En acayip gücümüzdür yaşamak / öleceğimizi bilip / öleceğimizi mutlak...” diye yazıyordu. Bunu ilk okuduğumda yine garip bir duyguya kapıldığımı hatırlıyorum; ama o günlerde bu “durum”un benden çok uzak olduğunu düşünmüş olmalıyım ki üzerinde fazla durmadım.

Ölüm düşüncesi zaman zaman gelip yokluyor beni. Böylesi anlarda “anlamsızlık” kapısı sonuna kadar aralanıyor. “Neden” sorusu çalkalanıyor beynimde. Sahi neden?!

28 Ocak 2024 Pazar

ATATÜRK, ANNESİNİN MEZARI BAŞINDA

Atatürk annesi Zübeyde Hanımın mezarı başında.

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında şu konuşmayı yapmıştır:

"Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur. Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz Erkan-ı Harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.

2 Ocak 2024 Salı

BİR DEVRİN ANLATISI: ANTON ÇEHOV'UN "VANYA DAYI" OYUNUNUN ANALİZİ VE ÇÖZÜMLEMESİ

Vanya Dayı, Çehov’un kişiliğini ve Rusya’nın o dönemki toplumsal yapısı ve geçirdiği derin değişimleri gerçekçi biçimde ortaya koyan bir oyundur. Bu yüzden oyunun temsili açısından güçlü seyircilerin gerçek biçimde oyunu anlamlandırabilmeleri için temsillerde yeni tekniklerin devreye sokulmasında yarar vardır.

Kuşkusuz bu güçlü eseri kavrayabilmek için 19. yüzyıl başından itibaren Rusya’nın edebi ve siyasal yaşamını da bilmek gerekmektedir. Özellikle halkın cehaleti, kilisenin baskısı, sefalet ve Çarların istibdadını anlatması açısından oyun güçlü simgelerle doludur. 

KÖYLÜLERİ NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ?


"Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır

Değişen bir dünyaya karşı

Kerpiç duvarlar gibi katı"


Birkaç gün önce bir sosyal medya paylaşımında rastladım bu şiire... Aslında şiire gönderme yapılıyordu sadece. Son günlerde de şiirle hayli içli dışlı olunca ve tabi ki Şükrü Erbaş ismini görünce açıp baktım. Yukarıya aldığım ilk dörtlük dahi şiiri okutmaya yetiyor, değil mi? 

Köylülük ancak bu kadar yalın ve dolaysız anlatılabilir gerçekten. Ki satırları okurken onları (köylüleri) bu kadar içeriden tanıyan birinin gözlemleri ancak bu kadar olur diye düşündüm. 

24 Ekim 2023 Salı

BOZKIRIN ORTASINDA

Anadolu'da gezip gördüğüm pek çok yerde bir dizi zanaat ve sanat ürününe rastladım. Bugün ne kadar olumsuz çağrışımları olsa da Sivas'ın bu alanda çok özel bir yeri var kuşkusuz. Halk edebiyatı geleneğinin hala kanlı canlı biçimde yaşadığı, bütün gerici ve yozlaştırıcı girişimlere rağmen yüz yıllardan günümüze süzülüp gelen o damar asla kopmadı. Zor koşullarda da olsa varlığını şu ya da bu şekilde sürdürdü. 

Bu bahsettiğimiz kültürel birikimin izlerini kimi zaman en ücra dağ köylerinde bile görmek mümkün. 20-22 Ekim 2023 tarihlerinde Sivas'ın Yıldızeli ilçesine bağlı Davulalan Köyü'nü ziyaret ettim. Yıllardır gitmeye defalarca yeltendiğim halde maalesef bugüne kadar gidememiştim Sivas'a... Geç kalmış bu ziyareti gerçekleştirince daha bir hayıflandım doğrusu. Doğasından insanına kadar görülmeye değer sevimli bir köy bu Davulalan.

Köye girerken bile hemen sol tarafında bulunan dağların eteklerinde bulunan "OKU" yazısı dikkat çekiyor. 

4 Ekim 2023 Çarşamba

ACILAR ER GEÇ KÜLLENİR!

"Eylül toparlandı gitti işte /Ekim filan da gider bu gidişle" diye noktalanıyor şiir...

"Acıyor" şiirinin müellifi Turgut Uyar, sözcüklerin gücünü katlarcasına "Tarihe gömülen koca koca atlar /Tarihe gömülür o kadar" diyerek koca bir destanı çıkarıp önümüze seriyor: Doğanın ve var oluşun zorunluluklarını...

Aslında bu şiir ne zamandır parça parça aklımda. Son kısmı geçen gün bir sohbette düştü aklıma. Sonbahar geldi çattı ya... Ankara'nın en kasvetli zamanları ya. Aslında bu açıdan bakınca bir umut da var sanki şiirin içinde... Yoksa ben mi öyle avutuyorum kendimi. Yani o kadar kırıklık içinde her şeyin geçeceğine dair derin ve belli belirsiz bir umut, değişimin kaçınılmazlığı...

Eylül bir mevsim simgesidir pek çok kez. İnsanların ona yükledikleri tüm anlamların ötesinde bir şey değildir aslında Eylül. Ne hüzün ne ayrılık ne yalnızlık... Eylül, eylüldür sadece. Eylül, ne hüznü bilir ne farkındadır yarattığı tüm çağrışımların! "Tarihe gömülen koca atlar / Tarihe gömülür o kadar". 

Eylül, eylüldür o kadar... 


"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum

Dikey ve yatay mutsuzluktan

Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun

sevgim acıyor"

4 Temmuz 2023 Salı

YENİ DÖNEMDE ALMAN SİYASETİNİN DİNAMİKLERİ: OLAF SCHOLZ VE SOSYAL DEMOKRAT SİYASET

Olaf Scholz çok zor zeminde siyaset yapan bir Sosyal Demokrat Başbakan (Şansölye) olarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Bilindiği gibi Almanya'da merkez sağ kanadı temsil eden “Hıristiyan Demokratlar” çok uzun yıllardır iktidardaydı. 2005'ten beri de Merkel başbakandı ve Sosyal Demokratlar (SPD) da birçok koalisyonda ikinci ortak olarak Merkel ile yönetime katıldılar. Scholz uzun yıllar sonra başbakanlık koltuğunu Merkel'den almayı başaran bir sosyal demokrat oldu. Bu anlamda kuşkusuz Scholz, hem uzun yıllara yayılan bir hegemonyayı kırması hem de seslendiği kesimlerin ve genel olarak Alman toplumunun beklentileri bağlamında kendisinden büyük şeyler beklenen bir siyasetçi. Bu durumun kendisine büyük bir sorumluluk yüklediği ve işinin hayli zor olduğu tartışmasızdır.

19 Haziran 2023 Pazartesi

TEVFİK FİKRETİN HAYATI VE ŞİİRLERİNİN TAHLİLİ

Her çağ kendi sanatçılarını ve edebiyatçılarını yaratır. Bu sanatçıların sanat anlayışları tek boyutlu veya tek yanlı değildir. Sınıflı toplumlarda her sınıf kendi yaşam koşullarının bir zorunluluğu olarak üretim faaliyetleri içinde olur. Melih Cevdet’in Antik Yunan’da felsefenin nasıl geliştiğini özetlediği aşağıdaki şiiri bu konuda yeterince aydınlatıcıdır.

"Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.”


Elbette toplumların yaşam koşulları tek biçim yapıtlar ortaya çıkarmaz “İnsanların ne oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleriyle olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de ilişkilidir.” Bir toplumda aynı koşullar, farklı seslere, farklı imge ve çağrışımlara yol verebilir.

SAİT FAİK YALNIZLIĞI: HARİTADA BİR NOKTA

 “Haritada ada görmeye­yim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.”

"Haritada Bir Nokta" bir kaçış öyküsüdür. Başarısız olan, sonunda insanı hayal kırıklığıyla tanıştıran bir kaçışın öyküsü. Öyküde, olaydan, kişilerden çok bu kaçışın kendisi vardır çünkü. Yazar, kendini kötülüklerden, çıkar kaygılarından, insanların o gülen yüzünün birden değişip asıl yaratılışın iğrenç çizgilerinin büyük bir çabuklukla söz konusu gülümse­menin yerine geçmesinden kaçıp, tüm olumsuzluklardan yalıtıldığını düşündüğü bir yere. Bir adaya sığınır. Bu arzu, bu niyet öykünün daha ilk satırlarında belli eder kendini: "Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahil kayar...” Mavi, sakin bir renktir, sükûnetin rengidir biraz da. Ama özgürlüğe açılan bir penceresi de vardır mavinin. Kimi kaçış şiirlerinde de gökyüzüyle denizler yani mavi rengi olan iki öğe, kaçışın işaretidir. Bu öykü için de durum aynı. Bir şeylerden kurtulmak isteyen yazar, ilk sığınak olarak haritadaki maviyi, mavi sahilleri görüyor.

BENİM MESKENİM DAĞLARDIR

Başım dağ saçlarım kardır / Deli rüzgarlarım vardır / Ovalar bana çok dardır / Benim meskenim dağlardır dağlar… diye akan dizeleriyle moderniteye karşı tutumunun da ipuçlarını sunan Sabahattin Ali, şairliği ve öykücülüğü ile öne çıkar Türk edebiyatında. Onun eserlerinde sık sık bu “kaçış” temasıyla yüz yüze geliriz. Yukarıdaki şiirinde somutlanan bu bakış açısı özellikle “Kuyucaklı Yusuf”ta da belirgin bir hoşnutsuzlukla beraber işlenir. Bu yazımızda onun eserlerinin derin bir çözümlemesene girmek yerine yaşamını ve özellikle yaşamındaki kimi mihenk taşlarını aktaracağız. İlerleyen zamanlarda da onun bazı öykü ve şiirleri hakkında da daha ayrıntılı çözümlemelere girişeceğiz.

12 Haziran 2023 Pazartesi

12 HAZİRAN DÜNYA ÇOCUK İŞÇİLİĞİYLE MÜCADELE GÜNÜ

Çocuk ve işçilik kavramlarının yan yana gelmesi dahi günümüzde yaşadığımız vahşi kapitalizm koşullarının sadece bir özeti gibi... 

Kuralsız, esnek, örgütsüz, çalışma biçimleri, daha fazla kar hırsıyla ortaya çıkan eşitsizlikler ve haksızlıklar arasında çocukların karşı karşıya kaldıkları sömürü en katlanılamaz ve tahammül edilemez olanı. Oyun oynama çağındaki çocukların, ağır çalışma koşulları altında çalışmaları, emek sömürüsünün en vahşi biçimine maruz bırakılmaları kapitalizmin dünyayı nasıl yaşanmaz bir cehenneme çevirdiğini göstermiyor mu? Çocuk emeği kullanımının doğrudan yasaklanması ve buna ilişkin sonuç alıcı düzenlemeler getirilmesi, bunlarla mücadelenin etkin yürütülmesi bugün de yakıcı bir sorumluluk olarak devrimcilerin, demokratların ve sosyalistlerin önünde durmaktadır. 

İLHAMI KAVGA OLAN ŞAİR

Adnan Yücel’in 1970′li yılların sonlarında başladığı yazma serüveni, diğer dergi ve gazetelerde çıkan ürünleri dışında somut olarak ilk şiir kitabının yayınlanmasıyla başlar (1979). Yücel’in şiiri özellikle ‘80 öncesinde gelişen devrimci sınıf hareketinden bağımsız düşünülemez. Zaten ilk şiir kitabı bu dönemi yansıtan bir isimle yayınlanır: Kavgalara Sözlenen Sevda.. 
Çok geçmeden 1980 faşist darbesi gerçekleşir. Bu süreç ilerici her kesimi vuran “koyu bir eylül sarısı” olarak dile gelecektir daha sonraki şiirlerinde. Öyle ki Adnan Yücel, 12 Eylül döneminde olsun, 90’ların ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan liberal tasfiyecilik süreci olsun; aydınların, sanatçıların ve şairlerin günün havasına “uyum sağladıkları”, sistemin ve düzenin suyuna gittikleri yerde gerçekten başı dik üretimini sürdürmüştür.

BİR YOLCUYUM GÜNEŞİN İZİNDE

Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…


ADNAN YÜCEL'İN ŞİİRİ

Adnan Yücel’i anlatmak; alnı daima dik şiirlerin şairini… Onu sayfalara düşen sözcüklerle değil, şiirinden yansıyan gelecek izdüşümleriyle anlatmak istiyorum. Bu şiir ki yaşamı bütün görünümleriyle algılarken, onun özüne de doğrultur gözlerini. Ama sadece bir ayna değildir Adnan Yücel’in şiiri. O şiir ki geleceği ve arzu edileni de nakışlar dizelerine. Upuzun bir “offf!” sesidir yankılanan şiirlerinde; ama bu iç çekiş kendi dünyasına kapanan, gözleri görmeyen, elleri tutmayan kötürümce bir iç çekiş değildir. Ona şiirlerindeki bu “iç çekiş”in nedeni sorulduğunda yalın bir anlatımla özetler nedenini: “Bin yıldan beri düşüncesi yasaklanmış bir toplumun sesi nasıl çıkar? Sesi, kan içinde çıkmıştır hep. Toprakları acılı topraklara dönüşmüştür. O topraklarda açan çiçekler bile acı renginde olmuştur hep. İç çekişim ve başkaldırışım bu yüzden. ”Toplumun sesi olmaya, onu geleceğin ebem kuşağı renklerine davet etmeye aday bir şiir… Bunu ne kadar başardığına girmeyeceğiz. Ama şiirlerindeki anlam evrenine yapacağımız dalışlarla bu nabız atışlarını nasıl tuttuğunu aktarmaya çalışacağız.

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...