Brecht’in tiyatroda
kullandığı yöntemlerin başında da yabancılaştırma gelmektedir. Brecht'in birçok
oyununda kullandığı bu yöntemle insanların üzerine pek düşünmediği, adeta
yanından geçip gittiği birçok olay ya da duruma farklı gözle bakması
gerektiğini savlıyordu. Sıradanlıktan ve ataletten uzaklaşarak yeni bir bakış,
yeni bir anlam, yeni bir sorgulama ve eleştirme öngören bu teknik, “duygulara
esir olmadan, aklı bir kenara itmeden bir çıkarım yaparak” tiyatroyu sadece iyi
zaman geçirilen bir zaman diliminden öte eğitici bir saha haline getiriyordu.
Kuşkusuz burada bir düzen eleştirisi de vardır. Zaten siyasi eleştiri içermeyen
bir Brecht tiyatrosundan da bahsetmek mümkün değildir.
6 Temmuz 2020 Pazartesi
HALDUN TANER'DE BRECHT ETKİSİ
Farklı toplumsal kesimlerin
farkındalık ve bilinç düzeylerini etkilemek amacıyla 20. yüzyılın başlarında
tiyatroda başlayan yeni arayışların en önemlilerinden biri ve belki de en
önemlilerinin başında Bertolt Brecht ve onun “epik tiyatrosu” gelmektedir. Brecht’e göre epik
tiyatronun temeli insanın etrafında cereyan eden tüm olaylara eleştirel bir
gözle bakabilmesiydi. Bunun içinde Brecht çeşitli teknikler kullanmıştır.
6 Mayıs 2020 Çarşamba
BERTOLT BRECHT'İN CESARET ANA VE ÇOCUKLARI OYUNUNDA EPİK ÖĞELER [1]

Açıkçası epik tiyatroyu siyaset ve
ideoloji bağlamından koparmak mümkün değildir. Dolayısıyla hem bu anlayışın
yaratıcıları hem de izleyicilerini belirleyen en önemli unsurun esasen bir
ideolojik kimlik, toplumsal eleştiri gibi noktalar olduğunu belirtmek gerekir.
Bu ideolojik şekillenişin de vazgeçilmez ögesi de kuşkusuz Marksizmdir. Başka
bir deyişle Marksist olmayan bir epik tiyatrodan bahsedilemez.
23 Ocak 2020 Perşembe
CHARLES CHAPLİN SİNEMASI VE MODERN ZAMANLAR FİLMİ ÜZERİNE
MODERN ZAMANLAR: Kapitalizmin “Yitik Zamanlar”ı
Charles Chaplin’in “Modern Times” (Modern Zamanlar–1936) adlı filmi sinema tarihi açısından oldukça değerli bir yere sahip. Dönemin ekonomik buhranını ve Fordist üretim biçimini eleştirel bir gözle değerlendirmesi açısından da oldukça güçlü bir kurguya dayanıyor. Filmde dönemin işçi ve emekçilere yansıması bakımından gerçekçi bir tarzda ele alınışı filmin ayırt edici bir başka özelliğini ifade ediyor. Sessiz filmleriyle tanıdığımız Chaplin’in sesini seyircilere ilk kez duyurması bakımından da kendi içinde özel bir yere sahip.
Mutluluk Peşinde Koşan İnsanların Öyküsü
İlk sahnede, kocaman saatin ardından gelen yazı, filmin trajikomik bir eleştirellikle işleyeceği toplumsal yapıyı koyar: “Modern Zamanlar: Endüstrinin, bireysel teşebbüsün, mutluluk peşinde koşan insanlığın öyküsü.” Sanayi devrimi, kapitalist fabrikayı ortaya çıkarırken, modern sanayi proletaryasını oluşturmakta; “bireysel teşebbüs”, sermayeye kişilik kazandırırken, işçiler kişiliksizleştirilmekte; bir tarafta sermaye halinde mutluluk, diğer tarafta makinenin bir dişlisine indirgenme, yemek zamanının dahi artı değer zamanına dönüştürülmesi, işsizlik ve yoksulluk halinde mutsuzluk birikmektedir.
Charles Chaplin’in “Modern Times” (Modern Zamanlar–1936) adlı filmi sinema tarihi açısından oldukça değerli bir yere sahip. Dönemin ekonomik buhranını ve Fordist üretim biçimini eleştirel bir gözle değerlendirmesi açısından da oldukça güçlü bir kurguya dayanıyor. Filmde dönemin işçi ve emekçilere yansıması bakımından gerçekçi bir tarzda ele alınışı filmin ayırt edici bir başka özelliğini ifade ediyor. Sessiz filmleriyle tanıdığımız Chaplin’in sesini seyircilere ilk kez duyurması bakımından da kendi içinde özel bir yere sahip.
Mutluluk Peşinde Koşan İnsanların Öyküsü
İlk sahnede, kocaman saatin ardından gelen yazı, filmin trajikomik bir eleştirellikle işleyeceği toplumsal yapıyı koyar: “Modern Zamanlar: Endüstrinin, bireysel teşebbüsün, mutluluk peşinde koşan insanlığın öyküsü.” Sanayi devrimi, kapitalist fabrikayı ortaya çıkarırken, modern sanayi proletaryasını oluşturmakta; “bireysel teşebbüs”, sermayeye kişilik kazandırırken, işçiler kişiliksizleştirilmekte; bir tarafta sermaye halinde mutluluk, diğer tarafta makinenin bir dişlisine indirgenme, yemek zamanının dahi artı değer zamanına dönüştürülmesi, işsizlik ve yoksulluk halinde mutsuzluk birikmektedir.
22 Ocak 2020 Çarşamba
AKİRA KUROSAWA VE RASHOMON (RAŞOMON) FİLMİ ÜZERİNE
“Azılı bir haydut, ormandan geçmekte olan bir samuray ve karısına tuzak kurar, kadına tecavüz eder, samurayı öldürür.”
Köyün azılı haydudu Tajomaru, ormanlık arazide dinlenirken yoldan atının üzerinde güzel bir kadının ve ona eşlik eden genç bir adamın gelmekte olduğunu görür. Tajomaru, kadını elde etmek için bir plan yaparak çifte yaklaşır ve yakınlarda gömülü kılıç ve ayna bulduğunu ve ona satabileceğini söyleyerek onları kandırır. Adamı iple bağlayıp etkisiz hale getirdikten sonra genç kadına zorla sahip olur. Buraya kadar bütün tanıkların ifadesi aynıdır, Bundan sonraki anlatılanlar ise birbirinden çok farklı. Ortadaki tek somut durum karısına gözleri önünde tecavüz edilen adamın ölü bedenidir.
Köyün azılı haydudu Tajomaru, ormanlık arazide dinlenirken yoldan atının üzerinde güzel bir kadının ve ona eşlik eden genç bir adamın gelmekte olduğunu görür. Tajomaru, kadını elde etmek için bir plan yaparak çifte yaklaşır ve yakınlarda gömülü kılıç ve ayna bulduğunu ve ona satabileceğini söyleyerek onları kandırır. Adamı iple bağlayıp etkisiz hale getirdikten sonra genç kadına zorla sahip olur. Buraya kadar bütün tanıkların ifadesi aynıdır, Bundan sonraki anlatılanlar ise birbirinden çok farklı. Ortadaki tek somut durum karısına gözleri önünde tecavüz edilen adamın ölü bedenidir.
12 ANGRY MEN (12 KIZGIN ADAM) FİLM ANALİZİ

Baştan sona tek mekanda çekilen bu film temelde olaylara bakış açısının gerçeği nasıl eğip büktüğünü ve doğru dediğimiz şeylerin nasıl göreceli olabileceklerini “suç” kavramı üzerinden anlatmaktadır. Bu filmi ilk olarak yıllar önce izlemiştim. Ardından yakın zamanda da filmi tiyatroya uyarlanmış olarak izledim. Doğrusu belki oyunculuk başarısı belki de senaryo ya da kurgu her seferinde filmden oldukça etkilendiğimi, buradan hareketle birtakım sorgulamalar yaptığımı belirtmeliyim.
ANTON ÇEHOV'UN MARTI OYUNU ÜZERİNE BİR DENEME
Anton Çehov’un oyunlarında çok katmanlı bir anlatım metodu izlenir.
Derinlere gizlenmiş bu anlam perdeleri Martı oyununda da belirgin biçimde
karşımıza çıkar. Kuşkusuz bu yöntem yazarın anlatım tekniği ve metin karşısında
konumlanışı açısından bizler önemli ipuçları sunmaktadır.
Çehov’un Martı’yı kaleme aldığı yıllar Rus toplumu açısından önemli siyasi,
sosyal ve kültürel çalkantıların yaşandığı bir döneme denk gelir. Dolayısıyla
Rusya’da o zamanlar yaşanan kargaşa, değişim ve devrimlerin izlerini oyunun
üzerinden okumak mümkündür.
17 Ocak 2020 Cuma
DRAMA KURAMI VE GERÇEĞİ HAYAL ETMEK
Hayalleriniz Sizsiniz!
Bu çalışma eğitimde drama çalışmaları ekseninde eğitim drama ilişkisini tartışmak, yorumlamak ve uygulamalara ilişkin yeni yöntemler geliştirmek amacıyla David Davis’in “Gerçeği Hayal Etmek” kitabı ele alınmıştır. Çalışmanın odağını kitabın ikinci bölümü olan “Tepkiler ve Sorumluluklar” ve “Alışılagelmiş Gerçeklik Algılarının Yeniden Yapılandırılması” başlıkları oluşturmaktadır.
Bu çalışma eğitimde drama çalışmaları ekseninde eğitim drama ilişkisini tartışmak, yorumlamak ve uygulamalara ilişkin yeni yöntemler geliştirmek amacıyla David Davis’in “Gerçeği Hayal Etmek” kitabı ele alınmıştır. Çalışmanın odağını kitabın ikinci bölümü olan “Tepkiler ve Sorumluluklar” ve “Alışılagelmiş Gerçeklik Algılarının Yeniden Yapılandırılması” başlıkları oluşturmaktadır.
Bu yapıt, rol oynama, mesafe çerçevesi, sıralama, katılım
modu, rol içinde koruma ve drama kuramcılarının ve uygulayıcılarının kuram ve
uygulamalarına geniş bir yelpazeden ve karşılaştırmalı olarak bakmaktadır.
Özellikle sınıfta drama öğretimi ile ilgilenenlerin muhakkak okuması gereken
bir kitap olarak değerlendirilmektedir.
MOLİERE'İN BİR CİMRİ TEMSİLİ ÜZERİNE
Devlet Tiyatroları'ndaki Cimri oyununda, oyunculuk genel olarak vasat ve hatta vasat altı nitelendirilebilecek bir boyuttaydı. Oyunda hiç uyarlama olmaması, özgün katkılar sunulmaması, metne dayalı sunum, anlatı öğelerinin (zaman, yer ve mekan vb.) eserdekiyle bire bir aynı oluşu bıkkınlık verici boyuttaydı. Özetle Ankara Devlet Tiyatrosu’nun bu Cimri yorumunda "özgün ve farklı" olarak değerlendirilecek bir yan göremedim.
4 Ocak 2020 Cumartesi
SERAY ŞAHİNER'İN ANTABUS ROMANI ÜZERİNE
Seray Şahiner’in kaleme aldığı Antabus romanı, ismi gibi roman kurgusu ve oyunlaştırılması bakımından oldukça
dikkat çekici. Oyunlaştırılmasında romanın dilindeki esneklikler kadar
konunun da büyük bir payı var. Romanın 'kısa oluşu' ve farklı bir kurgu denemesiyle iki farklı sonuca bağlanması oyunlaştırma olanakları açısından bir avantaj olarak
kenara not edilmeli.
Son yıllarda tiyatroda anlatısal olanın sahneye çağrılma
olanaklarının sıklıkla tartışıldığını ve bu konuda çok sayıda girişimin öne çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla Antabus'un dikkat çekmesini, yazım
zamanı ile tiyatroda yeni arayışların çakışması olarak değerlendirebililiriz.
Romanın kahramanı Leyla, 'eğitimsiz', sıradan bir ev kadını olmasına rağmen, olaylara yaklaşımı, temel besin kaynağı olan TV programlarına dair
eleştirileri ve yanlışlar karşısında takındığı tutumlar “olması gereken” standardın üstünde çizilmiştir. Dolayısıyla bir kadın işçinin yaşantısını ve dilini başarılı biçimde sergilemiş bir metin karşımızdaki. Eğitimsiz emekçi bir kadının aile içindeki rolü ve dilini başarılı biçimde
yansıttığını söylesek de çizdiği karakter ile konuşan sesin uyumlu olduğunu
söylemek biraz güç. Şahiner’in geçmişindeki işçilik deneyimleri Leyla’nın
atölyedeki işçilik dönemine ait sesi yakalamada işlevli olmuş görünse de karakterin geliştirilip dönüştürülmesi sürecinde bu başarının aynı seviyede
yakalandığını söylemek güç görünüyor.
23 Mart 2019 Cumartesi
AVANGART TİYATRO NEDİR?
Tiyatroda Aristoteles'ten 19. yüzyıla kadar devam eden, genel geçerlik kazanmış anlatım biçimlerinin yeni yöntem, biçim ve anlatım denemeleriyle temelden değiştirilmesini amaçlayan sanat hareketidir. Bu anlamda yenilik amaçlayan tiyatro hareketlerinin genel adıdır. Deneysel tiyatro, yenilikçi tiyatro uygulamaları gibi adlarla da anılmaktadır.
19. yüzyıldan itibaren gerçeklik anlayışının değişmeye başladığı
görülür. Bununla birlikte modernizm bir krize girer. Modernizmin kendi krizini
yarattığı bu doygunluk noktasında yeni arayışlar kendini göstermeye başlar.
Öncelikle egemen ideolojinin ve burjuvazinin kurumsallaşmış neyi varsa onlara
karşı itiraz sesleri yükselir. Bu kurumsal yapıların başında da kuşkusuz “estetik”
gelmektedir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren klasik drama karşı yükselen
itiraz seslerinin 20. Yüzyılla birlikte giderek somutlaşmaya başladığını ve
alternatif denemelerin geliştiğini görüyoruz.
Dramlarda ağır basan geçmiş öğesinin giderek kırıldığı yaklaşım
baş gösterir. Klasik dramda karakter hep geçmişiyle vardır.
6 Şubat 2019 Çarşamba
ARAP ALEVİLERİNDE KADIN İMGESİ
Din ve Kadın
21. yüzyıl dünyada önemli siyasi ve iktisadi dönüşümlere sahne olduğu kadar kadınların yaşamı, toplumsal varlığı ve hukuki statüleri açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz kadının sosyal ve hukuki varlığı tartışılırken din olgusu öteden beri önemli bir tartışma zemini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda bu etkenin var gücüyle kendini hissettirdiğini görmekteyiz.
21. yüzyıl dünyada önemli siyasi ve iktisadi dönüşümlere sahne olduğu kadar kadınların yaşamı, toplumsal varlığı ve hukuki statüleri açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz kadının sosyal ve hukuki varlığı tartışılırken din olgusu öteden beri önemli bir tartışma zemini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda bu etkenin var gücüyle kendini hissettirdiğini görmekteyiz.
Özellikle din algısı, din
ve kadın tartışmaları ve buna bağlı olarak tanım ve kavramlaştırmalar
farklılıklar göstermektedir. Öyle ki bu durum söz konusu çalışma alanının
yöntem arayışı ve tartışmalarına da yansımıştır. Durkheim (1976) ve Giddens’a
(1984) göre bütün kültürlerin bir parçası ve gündelik yaşamın bir öğesi olan
din, bir yandan bir insan topluluğunun doğaüstü ve kutsal bulduğu şeyleri
yorumlayan ve yanıtlayan bir inanç ve pratikler sistemi olarak tanımlanırken;
diğer yandan kültürel bir boyuta da sahiptir.[1]
6 Aralık 2018 Perşembe
TÜRK MODERNLEŞMESİ VE OSMANLIDA BATILILAŞMA
Osmanlı
Dönemi’nden bu yana uzun bir geçmişe dayanan Batı ile ilişkiler, özellikle
Sanayi Devrimi’nin ardından değişen ticari ve ekonomik dengelerle birlikte
farklı bir forma bürünmüştür. Batı karşısındaki üstünlüğün giderek yitirilmesi,
güç ilişkileri gereği, bir egemen kültür ilişkisi bağlamında şekillenmiştir.
Batı kültürünün özellikle 18. yüzyıldan sonra dünyada giderek egemen kültür
haline gelmesi, geri kalmış ülkelerde varlığını daha da hissettirmiştir.
Kuşkusuz Osmanlı toplumu da bundan nasibini almıştır.
CUMHURİYETİN İL YILLARINDA TARİH YAZIMI VE GÜNEŞ DİL TEORİSİ
Her
rejim inşa sürecinde “eski” olandan
bir kopuşu içinde varlığını geliştirme eğilimindedir. Hele ki eski ile yeni
arasındaki gerilim bir varlık ve yokluk üzerinde biçimlenmişse bu çatışmanın
şiddeti de o kapsamda artar.
Osmanlı
İmparatorluğu doğası gereği çok kültürlü ve çok milletli bir yapıya sahipti.
18. yüzyılın sonlarında gerçekleşen Fransız Devrimi ve onun ortaya çıkardığı, çeşitli
düşünceler (bağımsızlık özellikle milliyetçilik gibi düşünceler),
imparatorluklar açısından büyük bir tehlike arz etmekteydi. Osmanlı yönetici
sınıfı bu tehlikeyi geç de olsa fark etmiş, bu düşüncelerin karşısına
imparatorluğu bir arada tutacak İslamcılık ve Osmanlıcılık gibi fikirleri
ortaya koymuşlardır. Ancak hem dünyada ulus devletlerin kuruluşu hem de sözü
edilen düşünce akımlarının fiili durumlar sonucu geçerliliğini kaybetmesi
Osmanlı aydınını farklı çözümler üretme noktasında bir arayışa itmiştir.
1 Mayıs 2018 Salı
HOWARD FAST VE FIRTINADAN SONRA
Rüzgar Fırtınaya Döndüğünde
"…Ve kan dökülüyordu, şirket kasırgasıydı sürüp giden. Dünyanın hiçbir yerinde şimdiye dek görülmemiş bir kasırgaydı bu; gene de Chicago, dünyanın dört bir bucağından, daha çok erkek, daha çok kadın istiyordu."
Bir kent höykürüyor, bir vampirin dişlerini andıran makine dişlilerinin arasından! Korkunç ve kararmış gözlerini, kadın erkek demeden en alttakilere, lanetlilere, hiçbir şeyi olmayanlara ve "hiçbir şey olanlara" dikmişti.
İstediğini de alacak gibiydi. Yükselen kentin yapıları kandan besleniyordu adeta; iş cehennemlerinde, kentin kalbine döşenen rayların arasında kalan canların her son nefesi kente can veriyordu . Kent yükseliyordu yükselmesine ya, insanlar tükeniyor, ölüyordu. Evet bildiğiniz anlamda eziliyor, hastalıktan düşüyor ya da ruhlarını teslim ediyorlardı karşılarındaki canavara: KAPİTALİZM'e! Başka çareleri yoktu çünkü…
27 Nisan 2018 Cuma
PARİS KOMÜNÜ'NDEN ENTERNASYONEL'E
Paris komünü, tarihteki ilk poletarya iktidarıdır. Komüncüler Karl Marks'ın deyimiyle 'göğün fethine' çıkmışlardı. 18 Mart 1871 günü iktidara bir devrimle el koyan Paris proletaryası, sokak sokak, duvar duvar özgürlüğü ve adaleti işlediği iktidarını Mayıs sonuna kadar sürdürdü, 72 günlük kısa gözüken ama kitlelerde 'o düşün gerçekleşebileceği' inancını kuvvetlendiren tarihsel bir öneme sahip. İşçi sınıfının bu ilk iktidar girişimi, her 'ilk gibi kısa sürdü' ama her ilk gibi de etkisi büyük oldu.
25 Nisan 2018 Çarşamba
DİZELERDEN TÜRKÜLERE AŞKIN YOLCULUĞU: A. KADİR ŞİİRLERİ
Asıl adı İbrahim Abdülkadir Meriçboyu. 1917'de İstanbul’da doğdu, 1985'te yine İstanbul’da öldü.Babasını 5 yaşında kaybetti. Edebiyata merakı çocuk yaşlarda başlar. Lise sıralarında artık okuduğu kitapların çeşnisini değişir, artık Tolstoy, Balzac, Gorki, Dostoyevski okur. Ankara Harp Okulu'na gittiğinde edebiyat ve düşün kitapları okumaya hız verir. Kendisi gibi meraklı dört beş arkadaşıyla köşelere çekilir, ellerine geçen Nazım şiirlerini gizli gizli okurlar. O dönemi için: "O zamanlar Alman faşizmi ve emperyalizmi azgın bir hale gelmişti. Ortadoğu'da tam bir egemenlik kurmuştu. Nazım Hikmet'in faşizme karşı, halktan yana şiirleri bizi kamçılıyordu." der.
19 Nisan 2018 Perşembe
Edebiyat Tarihinden İki Portre

Burjuvazi tarih sahnesine çıkarken salt ekonomik ve siyasal üstünlüğünü ilan etmiyor aynı zamanda kültürel ve sanatsal atılımını da gerçekleştiriyordu. Marks'ın basit “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, entelektüel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur.” önermesiyle somutlanan şudur: Her sınıf türlü araçlarla egemenliğini geniş kitlelere duyurmak ve meşrulaştırmak için adımlar atar. Bunlar kimi zaman şiddet ve zora dayalı aygıtlar olduğu gibi kimi zaman da kültürel ve manüplatif aygıtlar devreye sokulur.
9 Nisan 2018 Pazartesi
TİYATRONUN KAYNAKLARI II
Ritüel Nedir?
İlksel insanlarda bu yana insan kendinden güçlü
olanla, doğayla mücadele etmektedir. Bu mücadele sürei tanımlanamayan,
anlaşılmayan varlıklara çeşitli mistik unsurlar atfedilmesi sonucunu
doğurmuştur. İnsan çaresiz kaldıkça ya da gücü yetmediği ölçüsünde “doğaüstü”
unsurlara başvurmuştur. Bu doğaüstü varlıklarla kurulan ilişkiler ise yeni
kavramları ve davranış örüntülerini oluşturmuştur. Zaman içinde belli bir form
kazanan bu eylemler bir silsile haline gelerek toplumsal bir forma bürünmüş, böylece
ritüellerin de temeli atılmıştır.
Ritüel, ayin, adet haline gelmiş anlamına gelir.[1] Ritüel, kişiler ve dünya arasında doğru bir dengenin yakalanabilmesi için
bir duyguyu oluşturan veya yeniden yaratan formel ve sembolik davranıştır.
Kavram köken itibarıyla rhyme (kafiye),
rhythm (ritim), river (ırmak) gibi kelimelerle
ortak bir köke sahiptir (Kutlu, 2013:64-65).
5 Nisan 2018 Perşembe
Ortaçağ Tiyatrosunda Yönetmen, Oyuncu ve Sahne Anlayışı
Yönetmen
Ortaçağ’da halkın da desteğiyle bazen günlerce süren oyunlar olduğunu bilinmektedir. Bu durumda karmaşık ve uzun oyunların düzenlenmesini zorunlu kılıyordu. Çok sayıda oyuncunun rol dağılımını yapma, sahne düzeni ve oyun akışı ve bundan doğacak önemli bir geliri yönetmek işin ehli kişilerin varlığını zorunlu kılmaktaydı. Tüm bunlar sonucunda yönetmen Ortaçağ tiyatrosunda büyük önem kazandı.Kuşkusuz o dönem yönetmenlerinin görev ve sorumlulukları bölgesel farklılıklar göstermekteydi. Ancak tüm farklılıklara rağmen yönetmenin her açıdan yetenekli olması beklenmekteydi.
2 Nisan 2018 Pazartesi
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSUNUN GELECEĞİ
Her toplum tarihsel ve kültürel birikimini
sanat üretimine yansıtır. Bir boyutu, insanın kendini anlamlandırma ve ifade
etme çabası olan sanat, bu birikime göre de şekillenir. “Türk tiyatrosu” olarak
ifade edilen Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan geniş coğrafya içerisinde, çok
sayıda halkın ve kültürün etkileşimi olarak gelişen geleneksel Türk
tiyatrosunun en önemli boyutunu “gelenek” ifadesi oluşturuyor diyebiliriz.
Özellikle halkbilimini yakından
ilgilendiren bu gelenek kavramı durağan ya da “değişmez olanı” değil
geçmişi referans alarak geleceğin yaratılması olarak da değerlendirilebilir. Bu
anlamıyla gelenek düşünülenin aksine dinamik bir kavram olarak değerlendirilmelidir.
Çünkü hiçbir gelenek oluştuğu koşulları stabilize etmemekte, toplumsal, tarihsel
değişim ve ihtiyaçlar ekseninde biçimlenmekte, zamana uyum sağlamaktadır. Aksi
halde geleneğin sürekli değişim halinde olan insanın ve toplumların
ihtiyaçlarına yanıt vermesi mümkün olmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"
Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...

-
Mısra-i Berceste Nedir? Berceste, edebiyatta öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya d...
-
Çağının tanıklığını yapmak kuşkusuz bir aydın tutumu olarak ifade edilir. Ama bu tanıklık öyle anlar olur ki yetersiz kalır ve alelâde gerçe...
-
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir penc...